Yazar Nedim Gürsel, annesi Leyla Gürsel’e yazdığı mektupları “Kavuşmak Haya Oldu” kitabında bir araya getirdi ve okurlarla buluşturdu. Doğan Kitap tarafından hazırlanan eserde 28 yıl boyunca kaleme alınan mektuplar yer alıyor. Mektuplarda bir yazarın kendisini nasıl inşa ettiğini, Gürsel’in Memet Fuat, Yaşar Kemal, Selim İleri gibi isimlerle anılarını okuyoruz. Gürsel, son kitaplarında olduğu gibi bu kitapta da ölüm temasının kıyısında dolaşıyor ve “Annemin öleceği endişesiyle yaşamışım küçük yaştan beri” diyor…
1960’tan 1988’e kadar 28 yıl boyunca annenize yazdığınız mektupları bir kitap olarak yayınlamaya nasıl karar verdiniz?
Mektup konusu aslında özel yaşamın alanına giren bir konu. Bu mektupları annem eksik olmasın ilkinden sonuncusuna dek saklamış gözünün nuru gibi. Böyle bir şey olduğunu biliyordum ama bunca sayıda mektup olduğunu açıkçası tahmin etmiyordum. Geleceğe bir belge kalsın amacıyla yayınlandı. Doğan Kitap Genel Yayın Yönetmeni Cem Erciyes de önemsedi bu kitabı. Bir yazarın oluşumunu ve annesiyle ilişkisini yansıttığı için bu mektupların önemli olduğunu düşündü. Birçok kişinin emeği sayesinde böyle kapsamlı bir kitap ortaya çıktı. Kolay olmadı bu el yazılısı mektupları dizmek.
“Anneme çok şey borçluyum, babamın yokluğunda o yetiştirdi beni, en kötü zamanlarımda bana sahip çıktı” diyorsunuz. Nasıl bir ilişkiniz vardı annenizle?
Yakın ve sevecen bir ilişki vardı diyebilirim. Bazı anlaşmazlıklar, sorunlar da yaşadık. Babamın ölümünden sonra annem çok genç yaşta dul kaldı. 1962’de bir trafik kazasında kaybettim babam Orhan Gürsel’i… Ben o zaman 11 yaşındaydım, annem de 30’lu yaşlarındaydı. Şefkatini ve dikkatini Seyfi (Gürsel) ile beni yetiştirmek için kullandı hep. Bir yazarın yetişmesinde annenin rolü olabilir ama babanın yokluğu da burada nevrotik açıdan belirleyici bir rol oynadı diyebilirim. Kendimi babama beğendirmek için 9 yaşında öykü yazmaya başladım. Sonra uyaklı şiirler yazdım. Çok hamasi vatan şiirlerinin birkaç tanesi var kitapta. Barbaros Hayrettin Paşa’ya örneğin, tabii Atatürk’e… Bunun nedeni de aslında edebiyatla yakından ilişkili ve çok okuyan bir ailede yetişmiş olmam herhalde. Babam iyi bir okurdu, iyi bir çevirmendi. Annem matematik öğretmeniydi. Sonradan o Fransız edebiyatından çeviriler yaptı. Birlikte çalıştık, işbirliğimiz de oldu.
Bahsettiğiniz dönem, 12 Mart darbe dönemi… Anneniz siyaset ile ilişkinize dair ne düşünüyordu?
Annem hep korktu, benim siyasetle uğraşmamı istemedi. Ben ise ayrılamazdım siyasetten. Siyasetin doğrudan içinde olmadım ama mektuplardan anlaşıldığı gibi 12 Mart’tan sonra Paris’e gitmemin nedeni siyasiydi. Sonradan kitaplarım da toplatıldı ve annem hep bunu bir çeşit kaygıyla yaşadı. “Kalkışma bu işlere, karışma oğlum” derdi 12 Mart Muhtırası dönemi ve 12 Eylül döneminde.
Annenizin mayıs ayında öleceğine dair endişelerinizin yer aldığı metinler de dikkat çekiyor…
Bu bir sezgi mi? Nedir? O kadar küçük yaşta böyle bir metin yazıyorum, annem hayatta, ölen babam ve mayıs ayında ölmüş. Annenin ölümüne onu dönüştürerek öyle bir metin yazmışım. Bunlar yayınlanmış şeyler değildi, kitaba onları da koymak istedim. Annemin öleceği endişesiyle yaşamışım küçük yaştan beri. Bu az katlanılır bir zorluk değil. Sonradan baktığımda da gerçekten öyle olmuş. O metinde yazdığıma benzer bir biçimde annem ölmüş. Ben annem öldüğünde 1992 yılında 40’lı yaşlardaydım ama çocukluğumdan beri demek böyle bir ölüm korkusu içinde büyümüşüm. Bunu babama atfedeceğime anneme atfetmişim. Psikanaliz herhalde daha uygun bir yanıt verebilir bu duruma.
Bu mektuplarda birçok sanatçı ve yazar dostunuzla ilgili de yaşanmışlıklara yer vermişsiniz. “Memet Fuat çok namuslu bir adam” diyorsunuz mesela. Yaşar Kemal’in size “Babamı gözümün önünde vurdular ama anamın ölümü daha beterdi” dediğini okuyoruz. Yakın zamanda yaşamını yitiren Selim İleri’yle atışmalarınız, gerilimleriniz de mektuplara yansımış. Bu isimlerle ilgili ne söylersiniz?
Evet, gerçekten Memet Fuat’ın üzerimde çok büyük emeği oldu. İkinci öykü kitabım Cicipapa’yı o yayınladı. Daha önceden Vedat Günyol Yeni Ufuklar’da Yolculuk adlı öykümü yayınlamıştı. Bana belki de hak etmediğim bir değer verdi, telif parası bile ödedi. Vedat Günyol da öyleydi. Ben o zaman Galatasaray Lisesi’nde yatılı okul öğrencisiydim. 5 lira haftalığım vardı. Sonra Yaşar Kemal’i tanıma onuruna erdim. O beni el üstünde tutan, öykülerimi sevdiğini söyleyen büyük bir yazardı. Paris’te de beraberliğimiz oldu. Çok anım var Yaşar Kemal’le… Birkaçını onun üzerine yazdığım “Yaşar Kemal – Bir Geçiş Dönüşümü Romancısı” adlı inceleme kitabımda anlatmıştım. Selim İleri’ye gelince, onun bir yazısında belirttiği gibi “Nedim Gürsel’le yıldızımız pek barışmadı” der. Öyle oldu. İki rakiptik… Aynı kuşağın hırslı iki genç yazarıydık. İlk kitabı “Cumartesi Yalnızlığı” üzerine ilk tanıtma yazısını ben yazdım Yeni Dergi’de. Aradan yıllar geçti, Selim beni yemeğe davet etti ve böyle notlar almışım üzerine yazılar yazmışım Cumartesi Yalnızlığı kitabının… Ben de Selim’e hediye ettim bunu. Sonra bir sahaftan çıktı o kitap. Nasıl o sahafa ulaşmışsa… Ben de kitaplarından bir tanesine baktım, “Biricik Nedim Gürsel’e tekrar kavuşmanın sevinciyle” yazmış. İyi ki küs ayrılmadık. Aramız çok iyiydi son yıllarda. Az görüşüyorduk. Ama tabii çok değerli bir yazarımızı kaybettik. Yakın dostum olmadı Selim İleri. Sanki Yaşar Kemal daha yakındı bana. Ama bu rekabetin getirdiği bir uzaklık ve mesafe vardı belki. Aynı zamanda karşılıklı merak ve belki de sevgi vardı. Biraz gizlediğimiz bir dostluk vardı. Çok üzüldüm aramızdan ayrılmış olmasına. Onun eski edebiyata karşı olan tavrını önemsedim her zaman. Bir de benim gibi edebiyatın neredeyse her türünde ürün vermesini de önemsedim. Işıklar içinde uyusun diyelim.
Mektup devri çoktan kapandı. Bir edebiyatçı olarak sizi nasıl değiştiriyor bu teknolojik dönüşüm?
Zorlanıyorum, uyum sağlayamıyorum. Çok çabuk değişti her şey. Ben Fransa’dayken mektup yazardık birbirimize. Otomatik telefon bağlantısı bile yoktu Türkiye’de. Ben daktiloda yazdım kitaplarımın çoğunu. Bilgisayar diye bir şey yoktu. Bir kayıp olduğunu düşünüyorum mektuplaşamamanın. Çünkü mektup hem pratik bir şey hem de bir yazarın dünyasını yansıtan bir belge. Sadece mektup yazarak edebiyat tarihinde yer etmiş yazarlar var. Örneğin Madame de Sévigné, Fransız klasik yazarlarından sayılır. Kızına yazdığı mektuplardır sadece yapıtı. Kafka’nın mektuplarının ne kadar değerli olduğunu biliyoruz. Araştırmacılar için çok önemli mektuplar… Biraz da o bakımdan yayınlamak istedik bunları. Ayrıca benim anneme yazdığım mektupların dışında annemle olan ilişkimi anlattığım anılar ve anneme ağıt başlığıyla yazdığım bir bölüm de var kitapta.
Son kitaplarınızda ağırlıklı olarak ölüm temasının etrafında gezindiğinizi gözlemliyoruz…
Gözlemin çok doğru. Çünkü son dönemlerde hayatımın artık önümde değil arkamda kaldığını fark ettim. Yarım yüzyıl edebiyata adanmış bir ömür yaşadığımı gördüm. Verim de arttı ama bu artan verim biraz karamsar kitapları da içeriyor. Örneğin; “Ölüm Aklımdasın” bir deneme… Hem kendi ölüm kaygımı anlatmaya çalıştım hem de ölüm imgesinin sevdiğim yazarlarda nasıl yer aldığını anlatmaya çalıştım. “Son Fasıl” ve “Son Yolcu” kitapları da öyle… Yayımcım sonunda “Vazgeç artık bize ‘son’ başlığını taşıyan bir kitap getirme” dedi şaka yollu.
Mektuplara dönersek, özel hayatınıza pek değinmemişsiniz…
Paris yıllarımı anlatıyorum. Yolculuklarımı anlatıyorum. Özel hayata pek girmiyorum. Annemi üzmemek için kadınlardan neler çektiğimi anlatmamışım. Genelde edebiyat ve dedikodular var. Adı geçen eleştirmenler, yazarlar, dergi yöneticileri, yayımcılar da var. O dönemde nasıl yazar olunur? Yazar olmak için neler yapılır? Bir çiçeği burnunda yazarın kaygıları, umutları nedir? Bu sorulara yanıt arayan bir kitap…
More Stories
MSG, dünyanın en büyük meslek birliği GEMA ile beş yıllık anlaşma imzaladı: ‘Şarkılarımız dünyada ezbere söylenecek’
ATA AÖF bütünleme sınavları ne zaman? ATA AÖF bütünleme sınav takvimi
Boran Kuzum “Bir Ruh Macerası” dizisinde yönetmen Atıf Yılmaz’ı canlandıracak