85 yıl önce, 1936’da, Dr. Thornwell Jacobs, modern zamanların ilk zaman kapsülünü tasarlama fikrini ortaya attı. Bu proje, o dönemdeki insanların, gelecekteki bir uygarlığa, kendi yaşamlarını ve kültürlerini anlamaları için bir yol bırakmalarını amaçlıyordu.
Antik Mısır üzerine çalışmalar yapan Dr. Jacobs, o dönemde bildiğimiz eski uygarlıklara dair bilginin ne kadar sınırlı olduğunu fark etti. Özellikle, Eski Mısır’a ait bilgilerin neredeyse tamamının, piramitler ve Asur’daki bazı taş tabletlerden elde edilen sınırlı kaynaklarla sınırlı olduğunu gözlemledi. Jacobs, bunun üzerine, gelecekteki insanlara ya da belki de zamanla daha da evrimleşmiş başka varlıklara, geçmişin izlerini bırakmanın bir “arkeolojik bir görev” olduğunu düşündü.
Bu düşünceyle yola çıkan Jacobs, nasıl bir miras bırakılacağına dair orijinal bir çözüm geliştirdi: Medeniyetin Şifresi adı verilen bir zaman kapsülü… Bunun için, başkanı olduğu Oglethorpe Üniversitesi’nde, Phoebe Hearst Hall’daki kullanılmayan büyük bir yüzme havuzunu devasa bir kapsüle dönüştürdü. 1930’ların günlük yaşamını, o dönemin kültürel izlerini ve son 6.000 yılın birikimini kapsayan nesnelerle dolu bu kapsül, adeta bir firavun mezarını andırıyordu. Kapsülde, dönemin en ünlü müzisyenlerinden Artie Shaw’un klarnet kayıtlarından, 1898’den itibaren fotoğraflanmış önemli olaylara ait filmlere kadar pek çok farklı öğe bulunuyordu. Ayrıca, mikrofilm üzerine yerleştirilmiş 100 kitap, bir Donald Duck figürü ve günlük yaşamdan birçok nesne de kapsülde yerini aldı. Her bir eşyanın nasıl kullanıldığını ve anlamını anlatan bir “kayıt kitabı” da kapsüle eklenmişti. Jacobs, kapsülü açacak olanların, bu nesneler aracılığıyla geçmişin izlerini keşfederek, o dönemde yaşamış insanlar hakkında bir fikir edinmelerini amaçlıyordu.
Dil engeline de çözümü vardı
Dr. Jacobs, aynı zamanda dilin zaman içinde evrileceğini ve aradaki farkların büyük engeller oluşturabileceğini de göz önünde bulundurmuştu. Gelecekte, kapsülü açacakların kitapları ve yazılı kaynakları sadece bir kağıt yığını olarak görebileceklerini düşündü. Bu yüzden, gelecekteki insanlara yardımcı olacak bir “dil tümleştiricisi” geliştirdi. El krankıyla çalışan bu cihaz, nesnelerin resimlerini ve İngilizce isimlerini gösteriyor, aynı anda sesli olarak telaffuz ediyordu.
Zaman kapsülünün açılış tarihi olarak ise 8113 yılı belirlenmişti. Jacobs, 1936 yılında, Mısır takviminin başlangıcından 6.177 yıl sonra olan bu yılı seçerek, kapsülün açılacağı dönemin, eski uygarlıkların orta noktalarına bakacak bir zaman dilimi olmasını hedefliyordu. Bu tarih, Jacobs’un zamanın derinliklerinde bir köprü kurma arzusunu simgeliyordu.
Ancak, Jacobs’un bu hayali, kısa süre sonra II. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle bir süreliğine gölgelendi. Zaman kapsülü mühürlenmiş, insanlık savaşın yıkıcı etkilerine doğru sürüklenirken, kapsüle bırakılan nottaki iyimser umutlarla karışan karamsar bir mesaj da tarihe kazındı. Jacobs, kapsülün içine bıraktığı notta, “Dünya, uygarlığımızı sonsuza dek gömmekle meşgul, ve biz burada bu mezarda onu size bırakıyoruz” diyerek, yaşanan dönemin belirsizliğini ve insanlık tarihinin ne kadar kırılgan olduğunu vurgulamıştı.
Bugün, 1930’larda başlayan bu umut dolu ancak bir o kadar da karamsar projeyi hatırlamak, zamanın geçişini ve geçmişin geleceğe nasıl bir miras bırakacağını sorgulamamıza neden oluyor. Zaman kapsülünün açılması ise, gelecekteki bir dönemde, belki de çok farklı bir dünya düzeninde, geçmişin izlerini keşfedecek insanlara ya da varlıklara umutla açılacak bir kapı olacak.